Biricik Cinsellik ve “Eşeysiz” Ben

Biricik Cinsellik ve “Eşeysiz” Ben
Özgür Cinsellik ve Özgün Cinsellik

Bizlerin 1921’de göremediğini Tanrı Max Stirner 1844’te gördü.    -Wilhelm Reich

Marx/Engels ve Fuerbach’ın betimledikleri insan resmi, Aydınlanma Avrupası’nın düzeyine indirgediği gerçek insanı ve yine onun düzeyindeki cinselliği tamamlıyordu. Aydınlanma projesinin kayıtsız şartsız benimsediği ve uygulamaya başladığı cinsellik işçisini daha sonra Michel Foucault ele alacak ve gerçek cinsellik saplantısını otoriter düzenin erk ile olan bağlantısına bağlayacaktı. Hümanite düşüncesini paylaşan (liberal-demokratlarından topluma entegre olmuş kiliselere kadar) herkesten şüphelenen Foucault, erkin egemenlikten uzak bir resmini çizmeye çalışıyordu. Foucault otoriteye tam olarak yenil(e)meyen bir gücün olduğundan yola çıkarken, bu güce otonom özne adını verecekti.

İşte bu otonom özne modern çağda çeşitli düşünce akımı ve ideolojilerce tartışmaya alınırken, feminist akım ve düşünürlerin de tartışma konusu oldu. Postyapısalcılıktan anarka-feminizmine kadar bir çok birey ve gruplar sex and gender problemini ayrıntılarıyla tartışmaya girdiler. Bu tartışmalarda Stirner’in felsefesini oluşturan çeşitli kavramların güncellik kazanması onun etable olmuş filizof ve psikanlizcilerce onlarca yıl bastırılmış olması da dikkat çekiyor. Alman İdeolojisini BvM’nin hemen arkasından kaleme almalarına rağmen yayınlama cesaretine sahip olamayan Marx/Engels (ancak 1932’de yayınlanabilmiştir); Stirner’in etkisini eserlerinde rahatlıkla gördüğümüz ama eserlerinde Stirner’in adını bile anmayan Nietzsche; Stirner’e büyük ilgi duyan Wilhem Reich ve Otto Gross’u “tehlikeli” kişiler olarak adlandırıp bunları cemiyet dışı eden Freud; ve ayrıca diğer ünlü psikanalizcilerin Stirner’i bastırmış olmaları bu tartışmalar bağlamında yeni boyutlar kazanıyor. [3] Ayrıca 1968 gençlik hareketiyle birlikte Stirner “cinsel devrim” kapsamında da kimi psikanalizcilerce önem kazanıyordu. Bunlardan biri Wilhelm Reich’tı. 68 kuşağı’nın “cinsel devrim” diye niteledikleri hareket büyük çapta Reich’tan etkilenmesine rağmen, Reich cinsel devrimin daha farklı “gerçekleşmesini” ümit etmişti. Daha genç bir psikanalizciyken, günlüğüne şunu kaydetmişti: “Bizlerin 1921’de göremediğini Tanrı Max Stirner 1844’te gördü.”(Laska, s. 16). Reich, Stirner’in “Eigner” (sahip olan) teriminden yola çıkıp cinsel özgürlüğü cinsel özgünlüğe dönüştürme çabasındaydı.[4] Ancak “cinsel devrim” hareketi, (çeşitli baskılardan) özgürleşme çabasıyla hareket ederken Tek’in Kendi’ne özgü bir cinselliğini görmekten tamamen yoksundu. “Özgür sex”, özgür aşk” “özgür vs.” belirli bir cinsel noktadan hareketle cinselliği “belirli kişilik” adına adlandırmak amacını taşır. “Özgür cinsellik” düşüncesi heteroseksüalist düşünceden hareket ederek (üreme için bu şarttır) diğer cinsel eğilimleri arkaplana atar ve cinselliğin devlet, din, âhlâk, töre gibi otoritelerden arınmasıyla, cinsel baskının kalkmasıyla doğal cinselliğin özgürleşeceğini kabuleder. İşte burada bir sorun görüyor Foucault. 68 hareketi ve onun temsilcileri cinselliğin baskıdan arınmasıyla özgürleşeceğini düşünürken, doğal (özgür) bir cinselliğin doğacağını ileri sürüyorlardı. Zorunlu âhlâktan arınmak için çeşitli özgürlükler şüphesiz gerekli ve önemlidir ancak ne var ki yeni koşullar yeni erk sorunları yaratacaklardır. Bunların organizasyonu olmaksızın yeni egemenlikler doğacak ve özgürlük bu egemenliklerin işlevleri kapsamında adlandırılacak, dolayısıyla geriye hayali bir özgürlük kalmış olacaktır. Michel Foucault özgür bir cinselliğin olmadığından yola çıkarken, cinselliğin ve esas olarak gerçek ya da doğal cinselliğin eski tarihlerden, özellikle de 18. yüzyıldan buyana “üretildiğini” vurguluyor; bu, erk-bilgi-söylem çerçevesinde gerçekleşebilmiştir. Söylem erki harekete geçirirken otoriteyle ilintili olarak yapar bunu         ve bilgisizliğe mahkum edilenle bilgili arasındaki güç dengeleri erkin hakimiyete dönüşmesi ya da dönüşmemesi açısından belirleyicidir. Bir anababa-çocuk ekseni düşünüldüğünde söylemin cinsellik bağlamında bir egemenlik oluşturduğu apaçıktır. Jahudi-Hıristiyan dünyasında (islamiyette buna dahildir) tövbe, günah ve vicdan gibi cinsel egemenlik modelleri söylemin kontrolündedir. Buradaki söylem egemen olunan tarafından itiraf biçiminde dışa yansır. Orta çağda itiraf, kiliselerin ve din adamlarının (din kadınlarının?) bir yöntemiyken, modern çagda Batı uygarlığı (cinsel) itirafı bir bilgi kurumu haline getirmiştir. “Saklanan şey” ve “itiraf edilen şey” hıristiyanlığın ikiyüzlülüğü ama tek gerçek yüzüdür. Hiristiyanlığın devamı olan modern Batı uygarlığı itiraf yönteminden yararlanarak söylemi bilimlerle (pedagoji, tıp vb.) üretmeye başladı. Öğretmen-öğrenci ilişkisi, anababa-çocuk ilişkisi, doktor-hasta ilişkisi, suçlu-uzman ilişkisi demokratik bir erk dağılımıyla organize edilen itiraftan bir dizi ilişki çerçevesinde yararlanıldı. İtiraf artık bir konuşma sanatıdır, itiraf her yerdedir – erk gibi. Erk-bilgi-söylem kapsamında itiraf, üretilen doğal cinselliği korumuştur. Foucault gibi Stirner de doğal bir cinsellikten hareket etmez, bireysel hazlarını genelin baskısından arındırırken özgür bir cinselliğe varmaz, bir bütün olarak özgünlüğe, dolayısıyla özgün cinselliğe varır. Biricik, düşüncelerin sahibi olduğu (Eigner) gibi, cinselliğin de sahibidir; düşünceleri ne kadar biricikse, cinselliği de o kadar biriciktir, bu cinsellik doğal olabilir ama onun olduğu için onun doğasıdır, genelin doğası değildir, onun cinselliği kendisi gibi biriciktir, çünkü o Kendi’nin türüdür.         Dolayısıyla genel bir gerçek ya da doğal cinsellikten yola çıkmaz Stirner.

Cinsellik her zaman erk ile ilgilidir.

Erk yaşamı ayakta tutar, onu temellendirir, erksiz yaşam olamayacağı gibi erk özellikle modern çağda bilgi kanalıyla da yansır, dolayısıyla erk hem cinsellik hem de bilgiyle ilgilidir. Kapitalizmin yıkılışıyla özgürleşeceğini sanan 68’liler, özgürleşmekle yeni iktidar şartlarının doğacağını düşünemiyorlardı. Erk ve hakimiyet içiçe olmakla beraber birbirlerinin karşıtıdırlar. Kaldıki Batı uygarlığında sözümona “cinsel devrim” hakim düzen şartlarına uygun olarak kapitalist topluma ustaca entegre edildi. Kapitalizm sonrası bir düzende de böyle olacaktı. Bunu sadece bir pedagoji sorununa bağlayan 68’liler “yarattıkları” anti-otoriter eğitim modelini kendi elleriyle demokratik-otoriter düzene entegre ettiler. Eşcinsellerin evlenebildikleri ülkeler, erk ilişkisinin demokratikleşen iktidar ilişkisine dönüştüğünü sergiliyor. Şüphesiz bütün bu özgürlükler önemli ve değerlidir, varlıkları sağlanmalıdır. Ancak Stirner’in söyleyeceği gibi özgürlük yetmeyecek, Tek’in Kendi olabilmesi erk ilişkisini organize ederek özgürlüğü zaten kapsayacak ve otoriteyi dışlayacaktır. Bu noktada Tek’in bir varlık kipine âhlâksal değer yüklemeden Ben’i iyi ile kötü kategorisi dışına taşıyacaktır. Ancak bu, Tek’lerin kurallar ve “değerler” olmadan yaşayacağı anlamına gelmez: sadece Tek’lerin yasaklar sisteminden uzak ve hazlarını, âhlâk değerlerinden yoksun bir ortamda, cinselliği bastırmadan ama aynı zamanda bastırmanın bir başka yöntemi olan kışkırtma olmadan da yaşayabilmek istemidir. Bu bağlamda erdem düşüncesi sorgulanmalıdır.

Erdemli cinsellik, ilk aşamada yöneten-yönetilen ilişkisinden uzak olarak varığını sürdürürken, âhlâksal bir yasanın davranışıdır; kapitalizmin ya da “kötü insanların” bir baskı yöntemi olarak çıkmadı ortaya. Buna daha çok tinin bir lüks düşüncesi diyebiliriz.

Sokrates erdemli olmayı benimserken bir hıristiyanlık ya da insanı baskıya alma düşüncesinden uzaktı. Kilise bu düşünceyi daha sonra kendi egemenliğine alıp bir baskı mekanizmasına dönüştürmüş olabilir. Erdem düşüncesi öncelikle Tek’in kendi üzerinde kurduğu bir egemenliktir (örneğin cinsel perhiz) ve bu tür bir egemenlik örneğin gerçeğe ulaşmada bir bilgelik olarak ortaya çıktı. Bu bağlamda gerçek cinsellik ve onun neticesinde ortaya çıkan cinsel kimlik daha çok tinin lüksü olarak adlandırdığım bir düşünce dağarcığının hiyerarşik yapısında sıfat kazanıyor. Sıfatların gerçek kodunu alması Biricik’i yoksayıyor ya da arkaplana atıyor. Erdemli bir cinsellik neticede toplumların erk ve hakimiyet ilişkisi kanalıyla kodlanan cinsel kimlikleri ve bunların rollerini ve işlevlerini belirliyor. Bilgelik bu bağlamda birilerinin diğerlerine dayattığı bir bilgi yığınına dönüşürken, bilgi sahibiyle bilgilenen kişi arasındaki otorite ilişkisi de belirlenmiş oluyor ve cinselliğin portresi bu ilişkide Kendi olma özelliğini yitirdiğini sergiliyor.

Erdemli insan, hümanitenin gelecekteki bir varlık’ı olurken erkek ya da kadın olmak da hümanitenin âhlâksal davranışının bir görevi oluveriyor. Oysa iyi ile kötü kategorisinin ötesindeki Kendi, dünyayla ilişkisini Biricik perspektifinden yola çıkarak belirleyecek; insan olmayı hedeflemeyecek, insan olduğu için insan olmayı yaşayacaktır: “Size hayvanlaşmanızı mı tavsiye ediyorum? Sizi hayvan olmaya gerçekten de teşvikleyemem, çünkü bu da bir ödev, bir ideal olurdu. (… ) Hayvanların insanlaşmasını istemek gibi olurdu bu da. Doğanız bir kere insan doğası, insani doğasınız yani insansınız. İşte insan olduğunuz için gelecekte insan olmanıza gerek yok.” (BvM, s. 372). Bilginin yardımıyla arzu ve hazlarını, içgüdülerini kullanmasını öğrenen Tek, hem hazların hem de bilginin efendisidir. “Biricik olduğum gibi tüm gereksinimlerim, eylemlerim, kısaca her şeyim biriciktir. Ve sadece şu biricik olarak her şeye sahibim, şu kendimi harekete geçirdiğim ve geliştirdiğim gibi: Ben kendimi geliştirirken, insanı geliştirmiyorum, ben, insan olarak değil, ben olarak kendimi geliştiriyorum. Biricik’in anlamı işte budur.” (BvM, s. 406).


[3] Bu noktada şöyle bir açıklama da yapmak gerekiyor: Stirner’in psikanalizci düşünceleri çeşitli düşünce ve akımlarda ifade bulmuş ve önemli tartışmalara neden olmasına rağmen, Stirner’e dayalı bellibaşlı bir cinsel hareket ya da cinsel gruplaşma ya da psikanalizci okullar vs. oluşmamıştır. Bilinen tek şey, dünyanın ilk eşcinsel dergisinin Stirnerci Adolf Brand tarafından yayınlanmış olmasıdır. Brand, Stirner’den esinlenerek bu dergiye “Der Eigene” (Kendi / kendi olan) adını verir ve 1896’da Berlin’de yayınlar. Dergi ilk yıl Stirner felsefesine uygun çeşitli makaleler yayınlarsa da daha sonra Brand, Stirner’den uzaklaşır. Ayrıca Brand, “Gemeinschaft der Eigenen”  (Kendi’lerin ya da kendisi olanların topluluğu) adında bir de birliktelik kurar.

[4] Reich, “Eigner”i ayrıntılarıyla inceleyecek kadar Marx ve Freud’tan arınabilmiş değildi.

This entry was posted in General and tagged , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , . Bookmark the permalink.