Tiksindirici olarak gözüken bir üflemeli çalgı, ne yazık ki ilkin üflenmelidir.
Sözde meslekler ve bu mesleklerde yetkin olmama arasındaki doğal uyumsuzluk durumu, insanlar arasında tesadüfün ne kadar çok ve mantığın da ne kadar da az hakim olduğunu göstermektedir. Mutlu olaylar mutlu evlilikler gibi istisnai durumlardır ve bunlara da akılla varılamaz. İnsan mesleğini daha henüz seçecek durumda değilken seçer. Çeşitli meslekleri tanımazken, kendini tanımazken, en hareketli yıllarını bu meslekte geçirir; tüm düşüncesini bu alanda kullanır, daha fazla tecrübe kazanır, her şeyi daha iyi kavradığında ise, yeni bir şeylere başlamak için artık çok geçtir. Şu dünyada bilgelik neredeyse hep bunaklık ve bedensel güç eksikliği ile sıkı ilişki içinde olmuştur.
İnsan meslek yaşamı karşısında şüpheci-melankolik bir şekilde nasıl duruyorsa, bizler de kendimizi, bir toplumun en yüksek yaşam mesleği karşısına, yaşamın ne olduğunu kavramak için öyle koymalıyız.
Çoğu insan kendisini hiç birey yerine koymaz, bunu yaşamları gösterir. Herkesin kendi mutluluğu olduğu ve yalnız bunu göz önünde bulundurduğu Hıristiyanlık itikatında, zıtlık olarak genel insan yaşantısı vardır. İnsan bu yaşantısında önceki kuşakların bir devamı olarak değil de gelecek yaşama bakıp, sadece noktalar arasında bir nokta olarak yaşar. Sadece üç varoluş biçiminde insan birey olarak kalır; filozof, aziz ve sanatçı olarak. Burada da sayısız insanların aslında sadece gerçek bir insana hazırlık olarak yaşadıklarını görürüz: örneğin filologların, yaşamın anlamı üzerine bir şeyler söyleyebilmek için karıncalar gibi çalışmasından kazanç elde etmesini bilen filozoflara hazırlık oluşu gibi… Tabii ki bunlarda bir bağlantı yoksa, bu karınca gibi çalışmaların büyük bölümü saçmalık ve yüzeysel çalışmalar olarak kalır.
İnsanların çoğu tesadüfen bu dünyadadır: Yüksek derecede zorunluluk duygusu hissetmezler. Değişik işlerle uğraşırlar, vasat yeteneklere sahiptirler. Ne garip! Şimdi ne tarz bir yaşam sürdürdükleri onların kendi kendilerinden bir şey anlamadıklarını gösterir, değersiz işlerle uğraştıkça kendilerini överler (galiba bu, mesleğin çekilmez acıları ve değersizlikleridir). Herkesin seçmek zorunda olduğu adı geçen ‘hayat mesleklerinde’ insanların dokunaklı bir sadeliği vardır. Bununla şunu söylerler, bizim gibilerine faydalı olmak için görevlendirildik. Komşuya da, onun komşusuna da… Böylece herkes bir başkasına hizmet eder, kendisi için değil başkaları için varolmak uğruna hiç kimse bir meslek sahibi değildir, böylece biri diğerinin sırtında dinlenen ve böyle dinlenmeye de devam eden kaplumbağalara sahip oluruz. Herkes amacını bir başkasının amacında görürse, o vakit var olmak için hiçkimsenin özde bir amacı kalmaz; ve bu ‘bir diğeri için varolma’ komedisi, komedilerin en komiğidir.
İnsanın, olmadığı halde kendisini birey olarak göstermesi, kendini beğenmişliğin istençsiz eğilimidir. Bu, insanın, bağımlı olmasına rağmen kendisini bağımsız olarak göstermesiyle de açıklanabilir. Bilgelik ise tam tersidir: bağımsızken kendisini bağımlı gösterir.
Bizler her şeyi bizim için ve sadece bizim için yapmalıyız. İnsan kendine ‘Kendi sağlığın her şeyin üzerindedir’ demelidir ve kendi ruhundan daha üstün sayman gereken hiçbir kurum, kuruluş yoktur. Ancak o zaman insan kendini tanır, kendini acınacak durumda hisseder, kendini hor görür, kendi dışında dikkate değer bir şey bulduğu için sevinir ve böylece kendini bir topluluğa uymak suretiyle dışarı atar, görevlerini sıkı bir şekilde yerine getirir ve varlığının cezasını çeker. Kendisi için çalışmadığını bilir, Sokrates gibi kendileri için var olmaya cesaret edenlere yardım etmek ister. İnsanların çoğu bir sürü sabun köpüğü gibi havada asılıdırlar, her rüzgar onları savurur.
Başkaları için değil de kendisi için yaşamak…